ağız ne demek?
- Yüzde, avurtlarla iki çene arasında, ses çıkarmaya, soluk alıp vermeye ve besinleri içine almaya yarayan boşluk.
- Bu boşluğun dudakları çevrelediği bölümü.
Küçük bir ağız.
- Kapların veya içi boş şeylerin açık tarafı
Ağızları kopmuş bir çay takımının arasına gizlenmiş, koyu renkli bir cildi oradan alarak bana uzattı.
H. R. Gürpınar - Bir akarsuyun denize veya göle döküldüğü yer, munsap.
Körfezin ağzı.
- Koy, körfez, liman, yol vb. yerlerin açık yanı.
- Çıkış yeri
Şimdi tünelin ağzında değilim artık.
A. Ağaoğlu - Birkaç yolun birbirine kavuştuğu yer, kavşak.
- Kesici aletlerin keskin tarafı
Çelik ağızlı, küçük gül makasını kâğıdından çıkardı.
R. H. Karay - Üslup, ifade biçimi
Ertesi günü bazı gazeteler bu haberin bir noktasını yarı resmî bir ağızla tekzip ettiler.
T. BuğraGelen mektup gayri resmi bir ağızla yazılmıştı.
Anonim - Uç, kenar
Topun ağzında. Uçurumun ağzında
- Aynı dil içinde ses, şekil, söz dizimi ve anlamca farklılıklar gösterebilen, belli yerleşim bölgelerine ya da sınıflara özgü olan konuşma dili
Anlaşılmaz, garip köylü ağızlarıyla konuşuluyordu.
S. F. Abasıyanık - Bir bölge ezgilerinde görülen özelliklerin tümü.
- Yeni doğurmuş memelilerin ilk sütü.
- Bir hayvanın besinini aldığı açıklık; dudaklar arasındaki açıklık.
- Besinlerin alındığı iki dudak arasındaki açıklık.
- Sülüklerde insan ve hayvan derisini delmek amacıyla kullanılan ön çekmende bulunan ve tek hücreli bezlerin salgı deliklerinin açıldığı ağız parçaları.
- Bir hayvanın besinini aldığı açıklık.
Oral.
Jaws.
Mouth.
Opening.
Edge.
Cutting edge.
Brink.
Muzzle.
Dialect.
Accent.
Beak.
Chop.
Debouchment.
Embouchure.
Keen edge.
Kisser.
Orifice.
Outlet.
Potato trap.
Trap.
Vent.
Ventage.
Inlet.
Aperture.
Colostrum.
Entrance.
Blade.
Nozzle.
Manhole.
Spout.
Estuary.
Talk.
Language.
Creek.
Chops.
Provincialism.
Bouche
Os:ağız
ağız açıklığı
- Ağız boşluğuna girilen açıklık.
- Ağız boşluğuna girilen açıklık.
Mouth opening.
Mundöffhung
Orifice buccal
Os: ağız
ağız açınığı
- Bak, Arı açınık.