yoğun ne demek?
- Hacmine oranla, ağırlığı çok olan, kesif.
- Koyu, kalın.
- Etkisi güçlü olan, ağır (koku vb.).
Puslu havaya yoğun bir kükürt kokusu sinmiş.
A. Ağaoğlu - Artmış, çoğalmış bir durumda olan.
Nüfus yoğunluğu yüksek şehirler arasında yer alıyor.
- Dolu, sıkı, sıkışık, çok.
- Şişman, iri, tombul
İtibarlı masalarda, sigaralarını içen, iri kalçalı, beyaz sarışın birtakım yoğun kadınlar...
A. İlhan - Kaba, kalın, iri (elek, iğne).
- Özgül ağırlığı yüksek olan.
- Özgül ağırlığı yüksek olan.
- Oylumuna oranla ağırlığı çok olan.
- Dolu, sık.
- Kalabalık.
- İri, kaba, kalın.
- Keen.
- Consistent.
- Done.
- Murky.
- Solid.
- Concentrate.
- Busy.
- Compact.
- Concentrated.
- Crash.
- Gross.
- Hectic.
- Intense.
- Intensive.
- Rich.
- Rush-hour.
- Stiff.
- Thick.
- Turbid.
- Peasoupy.
- Deep.
- Hard.
- Heavy.
- Dense.
- Dicht, kompakt Dgr.: Jap. mitu-na Fiziksel
- Compact, dense
yoğun alıştırma
- Öğrenme süresi için verilen zamanı aralıksız alıştırmalarla doldurmak.
yoğun bakım
- Bkz. reanimasyon
- Ağır hastaların tedavisi için uygulanan özel bakım.
- Hastanelerde bu bakımın uygulandığı özel bölüm.
- Intensive care.