taze ne demek?
- Bozulmamış, bayatlamamış olan
Beyaz peyniri, ekmeğin taze kabuğuna sarıp ağzıma sokuyorum.
Y. Z. Ortaç - Dinç, yıpranmamış, yorulmamış
Yüzü taze, taravetli ve güzeldi.
M. Ş. Esendal - Kuru olmayan, körpe, kuru karşıtı
Ağaçların taze yaprakları akşamın serinliğini emiyormuş gibi duruyordu.
M. Ş. Esendal - Yeni, zamanı geçmemiş
Orada okuduğum en taze havadis yirmi beş, otuz günlüktü.
Halikarnas Balıkçısı - Genç kadın
Şu köşede çocuğuyla beraber bir taze oturuyor.
Ö. Seyfettin - körpe, genç
- Yeni, körpe, genç.
- Yeni kesilmiş, bayatlamamış, taravetli, buruşmamış.
Fresh.
Green.
Tender.
Crisp.
Dewy.
Warm.
Freshly.
Bracing.
Crispy.
Late.
Young.
Youthful.
Recent.
Spring chicken.
Sweet.
taze balık
Fresh fish
taze besin
Fresh food