oturmak ne demek?
- Vücudun belden yukarısı dik duracak biçimde ağırlığı kaba etlere vererek bir yere yerleşmek
Bir sandalyenin üzerinde oturmuş, önüne bakıyordu.
S. F. Abasıyanık - Bu biçimde yerleştiği yerde kalmak
Bakın, hikâye zordur, acımasız ve hoşgörüsüzdür. Oturursunuz ve başından kalkamazsınız.
T. Dursun K - Uygun gelmek, ölçüleri tam olmak
Ütüsüz ve beli oturmamış pantolonunu çekti.
T. Buğra - Bir yerde sürekli olarak kalmak, ikamet etmek
Aynı semtte oturdukları için komşu da sayılırlar.
B. Felek - Hiçbir iş yapmadan boş vakit geçirmek, boş durmak.
- Toprak veya yapı çökmek, aşağı inmek.
- Biriyle beraber yaşamak
O günden beri, enişte beyle oturuyorum.
S. M. Alus - Bir işi yapmakta olmak, bir işe başlamak üzere olmak
Bu saat, kendimi bildim bileli sofraya oturma saatimizdir.
Y. Z. Ortaç Sit down.
Be seated.
Take a seat.
Sit oneself.
Seat oneself.
Sit on.
Live.
Reside.
Occupy.
Dwell in.
Indwell.
Inhabit.
Gear.
Hang out.
Locate.
Lodge.
Park oneself.
Perch.
Room.
Settle.
Stable.
Tenant.
Dwell.
To sit.
To sit down.
To squat.
To live.
To reside.
To inhabit.
To occupy.
To dwell.
To fit well.
To settle.
To sink.
To sit upon.
To reside at.
Dwell to fit on to settle.
To subside.
To house.
To stay.
To quarter.
To lodge.
To rest.
Stabilize.
To precipitate.
Fall.
oturmakçı
- Misafir, konuk.
- Guest.
oturma
- Kısa süre için konukluğa gitme
- Oturmak işi.
Sitting.
Staying.
Stay.
Residence.
Occupation.
Inhabitation.
Living.
Habitation.