ağırlaşmak ne demek?
- Ağır duruma gelmek.
- Hava sıkıcı ve bunaltıcı bir durum almak, bozulmak
Büsbütün ağırlaşmış bir hava içinde nerelerden geçtiğimizi artık fark etmiyorduk.
R. N. Güntekin - Yavaşlamak
Artık yavaş yavaş göçüyor, boyu kısalıyor, teni sararıyor, hareketleri ağırlaşıyordu.
A. Ş. Hisar - Gebe kadın doğurması yaklaşmak.
- Yiyecek bozulmaya yüz tutmak.
Bu et yarına kalırsa ağırlaşır.
- Organ görevini yapamaz duruma gelmek.
- Ağır başlı ve ciddi bir durum almak
Bu resmî günün havasında Mahmûre Abla ağırlaşmıştı.
H. E. Adıvar - Güçleşmek, zorlaşmak.
Geçim şartları ağırlaştı.
- Hasta tehlikeli duruma gelmek, fenalaşmak
Ömer sabahları iyileşir gibi oldu, fakat akşamları bir önceki akşamdan daha çok ağırlaştı ve ancak bir hafta sonra doktorlar tifo dediler.
T. Buğra - To become heavier.
- To become more serious.
- To slow down.
- To get harder.
- To become more difficult.
- To become slower.
- To become graver.
- To turn.
- To become overcast.
ağır
- Yavaş
- Yoğun
- Fiziksel nedenlerden dolayı güç işiten (kulak)
- Değeri çok olan, gösterişli
- Keskin, boğucu (koku)
- Kısık, alçak
- Yavaş bir biçimde
- Sindirimi zor (yiyecek)
- Ağır sıklet
- Tartıda çok çeken, hafif karşıtı.
ağırlaşma
- Ağırlaşmak durumu.
- Aggravation.
- Ingravescence
ağırlaşan
- (Medicine) ingravescent, worsening, becoming more severe (of a disease).