alemi esbab ne demek?
- Sebepler alemi. Her şeyin bir sebebe dayanarak olduğu alem. Bu dünya. (Osmanlıca'da yazılışı: âlem-i esbab)
alemi ekber
- En büyük alem. Kainat.(Şu kainat denilen alem-i ekber ve insan denilen onun misal-i musağğarı olan alem-i asgar, kudret ve kader kalemiyle yazılan afaki ve enfüsi vahdaniyet delailini gösteriyorlar. Evet, kainattaki san'at-ı muntazamanın küçük bir mikyasta, nümunesi insanda vardır. O daire-i kübradaki san'at, Sani-i Vahid'e şehadet ettiği gibi, şu insanda olan küçük mikyastaki hurdebini san'at dahi, yine O Sani'a işaret eder, vahdetini gösterir. M.) (Osmanlıca'da yazılışı: âlem-i ekber)
alemi emir
- Sadece bir emr-i İlahi ile işlerin hemen olduğu alem. Yaradılışa ait kanunlar alemi.(Ruha bir derece müşabih ve ikisi de alem-i emirden ve iradeden geldiklerinden masdar itibariyle ruha bir derece muvafık, fakat yalnız vücud-u hissi olmayan nevilerde hükümran olan kavanine dikkat edilse ve o namuslara bakılsa görünür ki: Eğer o kanun-u emri, vücud-u harici giyse idi o nevilerin birer ruhu olurdu. Halbuki o kanun daima bakidir. Daima müstemir, sabittir. Hiçbir tagayyürat ve inkılabat, o kanunların vahdetine te'sir etmez, bozmaz. Mesela: Bir incir ağacı ölse, dağılsa; onun ruhu hükmünde olan kanun-u teşekkülatı zerre gibi bir çekirdeğinde ölmiyerek baki kalır. İşte madem en adi ve zaif emri kanunlar dahi böyle beka ile, devam ile alakadardır. Elbette ruh-u insani, değil yalnız beka ile, belki ebed-ül abad ile alakadar olmak lazım gelir. Çünki: Ruh dahi Kur'anın nassıyla $ ferman-ı celili ile alem-i emirden gelmiş bir kanun-u zişuur ve bir namus-u zihayattır ki; kudret-i ezeliyye, ona vücud-u harici giydirmiş. Demek, nasıl ki, sıfat-ı iradeden ve alem-i emirden gelen şuursuz kavanin daima veya ağleben baki kalıyor. Aynen onların bir nevi kardeşi ve onlar gibi sıfat-ı iradenin tecellisi ve alem-i emirden gelen ruh, bekaya mazhar olmak daha ziyade kat'idir, layıktır. Çünki zivücuttur, hakikat-ı hariciye sahibidir. Hem onlardan daha ulvidir. Çünki zişuurdur. Hem onlardan daha daimidir, daha kıymettardır. Çünki zihayattır. S.)(Maddiyattan olmayan, bilhassa mahiyetleri mütebayin olan bir çoklukta tasarruf eden bir zatın, o çokluğun herbirisiyle bizzat mübaşeret ve mualecesi lazım değildir. Evet asker neferatı arasında bir kumandanın tasarrufatı, tanzimatı, ancak emir ve iradesiyle husule gelir. Eğer o kumandanlık vazifeleri ve işleri, neferata havale edilirse, her bir neferin bizzat mübaşeret ve hizmetiyle veya herbir neferin bir kumandan kesilmesiyle vücud bulacaktır. Binaenaleyh, Cenab-ı Hakk'ın mahlukatındaki tasarrufu, yalnız bir emir ve irade ile olur. Bizzat mübaşereti yoktur. Şemsin kainatı tenvir ettiği gibi. M.N.) (Osmanlıca'da yazılışı: âlem-i emir)
esbab
- (Sebeb. C.) Sebebler. Bir şeye vasıta olanlar. Sebeb olanlar. (Evet, izzet ve azamet ister ki; esbab, perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve Celal ister ki; esbab, ellerini çeksinler te'sir-i hakikiden. M. N.)(Cenab-ı Hak, müsebbebatı esbaba bağlamakla, intizamı, temin eden bir nizamı kainatta vaz'etmiş. Ve her şeyi, o nizama müraat etmeğe ve o nizamla kalmaya tevcih etmiştir. Ve bilhasa insanı da, o daire-i esbaba müraat ve merbutiyet etmeğe mükellef kılmıştır. Her ne kadar dünyada, daire-i esbab, daire-i itikada galip ise de; Ahirette hakaik-i itikadiye tamamen tecelli etmekle, daire-i esbaba galebe edecektir. Buna binaen, bu dairelerin herbirisi için ayrı ayrı makamlar, ayrı ayrı hükümler vardır. Ve her makamın iktiza ettiği hükme göre hareket lazımdır. Aksi takdirde daire-i esbabda iken; tabiatiyle, vehmiyle, hayaliyle daire-i itikada bakan; Mu'tezile olur ki, te'siri esbaba verir. Ve keza, daire-i itikadda iken, ruhuyle, imaniyle daire-i esbaba bakan da, esbaba kıymet vermeyerek Cebriye mezhebi gibi tenbelcesine bir tevekkül ile nizam-ı aleme muhalefet eder. İ.İ.)