tutuk ne demek?
- Akıcı, rahat konuşamayan.
Önce benim sonra kardeşimin elini avuçlarının arasına alıp tutuk ama heyecansız bir sesle yakında yeniden evleneceğini söyledi.
E. Şafak - Eski işlevini göremez duruma gelmiş
Geçen gün beni dövdüler. Boynum, omuzlarım hâlâ tutuk.
A. İlhanNe var ki banyo kapısının sürgüsü tutuk, kilidi de kırık olduğundan, kolu indirerek dışarı çıkmayı başarmıştı her seferinde.
E. Şafak - Olması gereken gibi olmayan
Piyasalar bu aralar tutuk, siftah yapmadığımız günler oluyor.
- Kısılmış, tutulmuş, kesik
Ağır ağır ve tahtalar arasında boğulan tutuk akislerle yükseliyordu.
P. Safa - Kapalı, tıkalı.
- Sıkıntılı
Bu tutuk hava içinde saat ona doğru Meclisin zili uzun uzun çaldı.
R. E. Ünaydın - Durgun, çekingen, sıkılgan.
Bu babadan geçme derviş huyum, hoşgörüm yüzünden tutuk oluşumu anlamıyorlar.
Nezihe Meriç - Tutuklu.
- Efsun, büyü.
- Rehin, tutu.
- Kapalı, örtülü.
- Çekingen sıkılgan.
- Askeri vali, vali.
- Örtü, perde, peçe.
- Tongue-tied.
- Hesitant.
- Stopped up.
- Cramped.
- Sb who speaks in a hesitant.
- Disjointed way.
- Reserved.
- Serious-minded.
- Paralyzed.
- Sb who is under arrest.
- Jammed.
- Locked.
- Caught.
- Captured.
- Arrested.
- Imprisoned.
- Stiff.
- Astatic.
- Stopped.
- Clogged.
- Stuck.
- Gripped.
- Slow.
- Defect.
- Fixed.
- Throttle.
tutuk akçe
- Osmanlı maliyesinde belli bir gider için ayrılmışken harcanmadan hazineye kalan para.
tutuk çocuk
- Anlık, eğitim, toplum, duygu, beden gelişimi yönlerinden geri olan çocuk.