hudus ne demek?
- Yeniden meydana gelme. Sonradan peyda olma. Yok iken vücuda gelme.
hudus ve imkan
- Usul-Üd din ve İlm-i kelamın dahi ulemasının ve Hükema-i İslamiyyenin gördükleri ve hadsiz bürhanlar ile isbat ettikleri hudus ve imkan hakikatları.(Onlar demişler ki: Madem alemde ve her şeyde tegayyür ve tebeddül var, elbette fanidir, hadistir, kadim olmaz. Madem hadistir elbette onu ihdas eden bir Sani' var. Ve madem her şeyin zatında vücudu ve ademi, bir sebep bulunmazsa müsavidir. Elbette vacib ve ezeli olamaz. Ve madem muhal ve batıl olan devir ve teselsül ile birbirini icadetmek mümkün olmadığı kat'i bürhanlarla isbat edilmiş. Elbette öyle bir Vacib-ül Vücudun mevcudiyeti lazımdır ki, naziri mümteni, misli muhal ve bütün maadası mümkin ve masivası mahluku olacak. Evet hudus hakikatı, kainatı istila etmiş. Çoğunu göz görüyor. Diğer kısmını akıl görüyor. Çünkü; gözümüzün önünde her sene güz mevsiminde öyle bir alem vefat eder ki, her birisinin hadsiz efradı bulunan ve her biri zihayat bir kainat hükmünde olan yüzbin nevi nebatat ve küçücük hayvanat o alem ile beraber vefat ederler. Fakat o kadar intizamla bir vefattır ki; haşir ve neşirlerine medar olan ve rahmet ve hikmetin mu'cizeleri, kudret ve ilmin harikaları bulunan çekirdekleri ve tohumları ve yumurtacıkları baharda yerlerinde bırakıp, defter-i a'mallerini ve gördükleri vazifelerin programlarını onların ellerine vererek, Hafiz-i Zülcelalin himayesi altında hikmetine emanet eder. Sonra vefat ederler. Ve bahar mevsiminde haşr-i a'zamın yüzbin misali ve nümune ve delilleri hükmünde olarak o vefat eden ağaçlar ve kökler ve bir kısım hayvancıklar, aynen ihya ve diriliyorlar. Ve bir kısmının dahi kendi yerlerinde emsalleri ve aynen onlara benzeyenleri icad ve ihya olunuyor ve geçen baharın mevcudatı, işledikleri amellerin ve vazifelerin sahifelerini ilanat gibi neşredip ayetinin bir misalini gösteriyorlar. Hem hey'et-i mecmua cihetinde her güzde ve her baharda büyük bir alem vefat eder ve taze bir alem vücuda gelir. Ve o vefat ve hudus o kadar muntazam cereyan ediyor ve o vefat ve hudusda gayet intizam ve mizanla o kadar nevilerin vefiyatları ve hudusları oluyor ki; güya dünya öyle bir misafirhanedir ki, zihayat kainatlar ona misafir olurlar ve seyyah alemler ve seyyar dünyalar ona gelirler, vazifelerini görürler, giderler. İşte bu dünyada böyle hayatdar dünyaları ve vazifedar kainatları kemal-i ilim ve hikmet ve mizanla ve müvazene ve intizam ve nizamla ihdas ve icad edip, Rabbani maksadlarda ve İlahi gayelerde ve Rahmani hizmetlerde kadirane istimal ve rahimane istihdam eden bir Zat-ı Zülcelal'in vücub-u vücudu ve hadsiz kudreti ve nihayetsiz hikmeti bilbedahe, güneş gibi akıllara görünüyor. Ş.)(Gelelim imkan bahsine: Mütekellimin demişler ki:İmkan mütesaviyy-üt-tarafeyn'dir. Yani, adem ve vücud ikisi de müsavi olsa, bir tahsis edici, bir tercih edici, bir mucid lazımdır. Çünkü, mümkinat birbirini icad edip teselsül edemez. Yahut, o onu, o da onu icad edip devir suretinde dahi olamaz. Öyle ise, bir Vacib-ül Vücud vardır ki, bunları icad ediyor. S.)(İmkan ciheti ise; o da kainatı istila ve ihata etmiş. Çünkü görüyoruz ki, herşey, külli ve cüz'i bulunsun, büyük ve küçük olsun, arştan ferşe, zerratdan seyyarata kadar her mevcud, mahsus bir zat ve muayyen bir suret ve mümtaz bir şahsiyet ve has sıfatlar ve hikmetli keyfiyetler ve maslahatlı cihazlar ile dünyaya gönderiliyor. Halbuki, o mahsus zata ve o mahiyete, hadsiz imkanat içinde o hususiyeti vermek, hem suretler adedince imkanlar ve ihtimaller içinde o nakışlı ve farikalı ve münasib o muayyen sureti giydirmek; hem hemcinsinden olan eşhasın mikdarınca imkanlar içinde çalkanan o mevcuda o layık şahsiyeti imtiyazla tahsis etmek; hem sıfatların nev'leri ve mertebeleri sayısınca imkanlar ve ihtimaller içinde şekilsiz ve mütereddid bulunan o masnua, o has ve muvafık maslahatlı sıfatları yerleştirmek, hem hadsiz yollar ve tarzlarda bulunması mümkün olması noktasından, hadsiz imkanat ve ihtimalat içinde mütehayyir, sergerdan, hedefsiz o mahluka, o hikmetli keyfiyetleri ve inayetli cihazları takmak ve techiz etmek, elbette külli ve cüz'i bütün mümkinat adedince ve her mümkinin mezkur mahiyet ve hüviyet, hey'et ve suret, sıfat ve vaziyetinin imkanatı adedince, tahsis edici, tercih edici, tayin edici, ihdas edici bir Vacib-ül Vücud'un vücub-u vücuduna ve hadsiz kudretine ve nihayetsiz hikmetine ve hiçbir şey ve hiçbir şe'n O'ndan gizlenmediğine ve hiçbir şey O'na ağır gelmediğine ve en büyük bir şey en küçük bir şey gibi O'na kolay geldiğine; ve bir baharı bir ağaç kadar ve bir ağacı bir çekirdek kadar sühuletle icad edebildiğine işaretler ve delaletler ve şehadetler, imkan hakikatinden çıkıp, kainatın bu büyük şehadetinin bir kanadını teşkil ederler. Ş.) (Osmanlıca'da yazılışı: hudus ve imkân)
hudu
- Üzüm çiğneme teknesi. (Yakaköy *Gelendost -Isparta)
- Eğilip tevazu etmek.